Haber

Davutoğlu: “‘Yüzyılın Felaketi’ Deyip Sorumluluğu Kadere Bağlıyorlar Ama Asıl Sorumluluk ‘Yüzyılın Bahaneleri’nde”

Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, Kahramanmaraş merkezli 6 Şubat depreminin yıl dönümünde; “Sadece felaketlerin değil, tüm sorunlarımızın temelinde bu çürümüş sistem var. Böyle bir sistemde ‘yüzyılın yıkımı, yüzyılın depremi, yüzyılın sel’i gibi sorumluluğu kadere atıyorlar. Ama asıl sorumluluk ‘yüzyılın sorumsuzluğunda, yüzyılın sorumsuzluğunda, yüzyılın bahanelerindedir’ dedi.

Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, 6 Şubat depreminin yıl dönümünde bugün partisinin genel merkezinde basın açıklaması yaptı. Çağlayan Adliyesi önünde saldırıyı lanetleyen Davutoğlu, şunları söyledi:

“Depremin siyaseti olmaz” söylemine bağlı kalarak eksikleri ve zaafları kapatmaya çalışan siyaset kurumu, maalesef bozduğu düzenin tüm olumsuz sonuçlarıyla toplumu tanıştırdı. Bazı kesimler, çevreler ve olmayanlar. -Uygunluk peşinde koşan devlet kurumları hedef alındı.Maalesef depremde bile ‘benim örgütüm’, ‘senin örgütün’ ve ‘benim yardımım, senin yardımın’ ayrımı gündeme geldi.Bizi bir türlü terk etmeyen kutuplaşma iklimi bu örgütlerin üzerine atıldı. Depremzedeleri ilgilendirmeyen gündemler ve siyasi söylemler sosyo-politik yapının belirleyicisi olmuş, acılarını çoğaltmış, Sistemden kaynaklanan eksiklikler ve zafiyetler, Kaç algı ve propagandaya yer verilmiş ki hata ve beceriksizlikler ortadan kalkmış. konuşulmasın.

“CUMHURBAŞKANI’NIN SÖZLERİ BİZİ DEPREMİN NEDENLERİNİN ARKASINDAKİ ZİHNİYETLE YÜZLEŞTİRDİ”

O günlerde bu konuların tartışılmasını engelleyen iktidarlar ne yazık ki üzerlerine düşen pek çok sorumluluğu yeterince yerine getiremedi. Ne yazık ki hem yerel halk hem de göç etmek zorunda kalan insanlarımız yeterince sahiplenemedi. Acıyı gündeme getirenlerin, iktidarı çare üretmeye zorlayanların suçlandığı, aşağılandığı, acının sorumlularından daha fazla hedef alındığı süreçler yaşadık. Yaşadık ve bitti mi? Ne mümkün? Toplumun birlik, beraberlik, huzur ve güveninden sorumlu olan Cumhurbaşkanı’nın Hatay’da söylediği sözler depremin nedenlerinin arkasındaki zihniyeti yüzümüze vurdu; tüm milletin yüzüne. Sayın Erdoğan o çıplak gerçeği bizlere sundu. Hepimiz bu vahim sözleri kulaklarımızla duyduk değil mi? Devletin tepesinden gelen kibirli, duyarsız ses ne dedi? ‘Merkezi hükümet ile yerel yönetim el ele vermezse, dayanışma içinde olmazsa o şehre hiçbir şey gelmez. Hatay’a geldi mi? Bakın şu anda Hatay bir tuhaf. Hatay mahrum kaldı.’ Bu sesi duyduğumda ruhumda ürperti gibi bir şok yaşadım. Dediğimiz gibi toplulukları millet yapan, ortak acıların oluşturduğu empati ve kardeşliktir. Hataylı’nın acısını diğer illerdeki vatandaşlarımızın acısından, Hataylı’nın kaderini milletin kaderinden ayıran bu ses milleti temsil edebilir mi?

“DIŞ GÜÇLERİN CESARET ETMEDİĞİ SÖZLERİ DEVLETİN ZİRVESİNDEN DUYUYORUZ”

Eğer bu sözler ‘dış güçler’ dedikleri gruplardan biri tarafından bu millete söylenmiş olsaydı, en yüksek perdeden yaptıkları manşetlerle o grupları yerlerine koyarlar ve dünyayı baş aşağı ederlerdi. Hiçbir zaman söylemeye cesaret edemeyecekleri sözleri maalesef devletin en üst kademesinden duyduk. Sorumluluklarını yerine getirmemek, bölge halkını gerektiği gibi mağdur etmek, felaketin sorumlularından bir kısmını günah keçisi ilan etmek, geri kalanını da toplumda serbestçe dolaştırmak yetmiyormuş gibi, sonunda bunu millete yapılmış bir iyilik olarak gördü. O zaman Sayın Erdoğan, ‘Hükümet Maraş’ta, Malatya’da, Adıyaman’da AK Partili belediyelerle dayanışma içinde değil miydi?’ diye sormaz mıydı? ‘Neden üç şehrimiz de üzülüyor?’ diye sormuyor mu? Maraş’ta hala deprem çadırında yaşayan şehit annesinin görüntülerini görmüyor musunuz? Gelmeyecek mi? Bu sözleri duyunca ne hissetti? Kim bilir belki de hükümetinize destek veren, size oy veren, bu da yetmezse oğlunu şehit eden o annenin duyguları da kalbinizi titretmez. Peki o şehit annesi, “Ben oyumu sana, oğlumu bu ülkeye feda ettim, peki bizim durumumuz neden böyle?” demez mi? ve bu sözlerin hesabını mı soruyorsunuz?

“ONLARIN ÖNÜNDE DEPREM YOK, VARSA YEREL SEÇİMDİR”

Bu nasıl bir kibirdir? Bu nasıl bir vicdansızlık ve yüzsüzlüktür. Mağduriyeti devam eden Hatay halkının gözlerinin içine bakmak, onları tehdit etmek nasıl bir devlet anlayışının uzantısıdır. Onların gözünde deprem yok. Varsa yaklaşan yerel seçimler. Belli ki bu yüzden bölgeye ordu halinde gelmişler. İnsanlar utanıyor; Bunun yerine yüzümüz kızarır. Devlet adamlığını bırakın, insanlık bu mudur? Bir insan bu şekilde konuşmaz, bu sözleri düşmanının yüzüne karşı kullanmaz. Bir tercih uğruna bilinçaltınızı bu kadar ortaya çıkarmak nasıl bir hırstır? Bu konuşmayı 400 bin insanımızın terk ettiği bir şehirde yaptığınızın farkında mısınız? Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı’nın raporunda 215 bin yıkık, ağır hasarlı ve yıkılacak binanın tespit edildiği ancak depremden yalnızca yüzde 7 pay alan bir şehirde bu itirafları yaptığınızın farkında mısınız? konut ihaleleri?

‘Bize oy vermezseniz acınız katlanarak devam edecek’ diyerek milleti tehdit ediyorsunuz ama o acılar, eksiklikler, tutulmayan sözler, devletin aciz olduğu alanlar aslında devam ediyor. Büyük bir savaşın yol açtığı hasarın ötesinde can kaybına, yıkıma ve kalıcı hasarlara neden olan bu felaketle ilgili sorular hala devam ediyor. Neden bu kadar çok bina çöktü? Neden bu kadar çok can kaybı oldu? Kurtarma çalışmaları ve yardımlar neden zamanında ve net bir düzen içinde gerçekleştirilemedi? Devleti ve milleti enkaz altında bırakan politikalarınıza dair bu sorular, daha uzun yıllar sorulacak. “Bir daha yaşamayalım” diye sorulacak. Başta İstanbul olmak üzere diğer illerimizin sizin belirlediğiniz kadere teslim olmaması istenecektir.

“TOPLANAN PARA NE OLDUĞUNU SORMAK BİLE SUÇ İLAN EDİLECEK”

Yıllardır avazım çıktığı kadar bağırıp ‘siyasi ahlak kanunu, imar kira kanunu, kira vergileri’ neden paslı kulaklarına diye soruyorduk. Fakat onların ne gözleri ne de kalpleri kârlı dönüşümlerden başka bir şey gördü. ‘İmar barışı’ adı altında milletten milyarlar topladılar. Peki ne işe yaradı? ‘Toplanan paraya ne oldu’ diye sormak bile adeta kabahat sayılacak. Unutmayalım ki tıpkı binalar gibi devletin de taşıyıcı kolonları vardır. O sütunlara zarar verirseniz, kurumsal hafızaları, birikimleri yok edersiniz. Üstlerimizden gelen bir emirle işlerimizi halledeceğimizi düşünüyoruz. Ama aslında kaos, karışıklık, düzensizlik, planlamasızlık, dikkatsizlik ve kurumların işlevsizliği, sistemin bu doğasından kaynaklanmaktadır. Sadece felaketlerin değil, tüm dertlerimizin de temelinde bu çürümüş sistem yatmaktadır. Böyle bir sistemde ‘yüzyılın yıkımı, yüzyılın depremi, yüzyılın tufanı, yüzyılın felaketi’ diyerek sorumluluğu şansa yüklerler. Ama asıl sorumluluk ‘yüzyılın dikkatsizliği, yüzyılın sorumsuzluğu, yüzyılın bahaneleridir’.

“HER ZAMAN HAKLIDIRLAR, KUYRUKLARI HER ZAMAN BURUNLARI GİBİ KAKTIK”

Ülkede ne tür bir felaket yaşanırsa yaşansın, her zaman bahaneleri vardır, her zaman haklıdırlar. Burunları gibi kuyrukları da her zaman diktir. Sorumlular ya göklerdedir, ya yerde ama sorumluluk her zaman onlara dokunuyor. Ve çıkıp milletten yüzsüzce af diliyorlar. Allah esirgesin, Allah’ın işlerine karışma yoktur, onlar hep masumdur. Kadere isyan etmek imandan uzaklaştırır. Bizim isyanımız sizin yazdığınız kadere karşıdır. Eğer isyanınızı, çıkar hırsınızı ve beceriksizliğinizi Allah’ın omuzlarına yüklemekte ısrar ederseniz, ayet ve hadis kullanılarak yapılan nezaketsiz tepkilere maruz kalırsınız. Madem kader, madem yüzyılın felaketi. Hatay’da yaptığınız tehdit ‘kaderin üstünde bir ihtimal vardır; Eğer bizi desteklemezseniz size dayatacağımız kaderin bu olacağını söylememiş miydiniz? Yapılanları nimet saymak doğaldı, siyaset değildi. Toplum içinde dolaşmak ve utanmadan şükran sözcükleri haykırmak özgürdü, bu politika değildi, kesinlikle ahlaka aykırı değildi. Eğer onların gayretli çabaları olmasaydı çok daha büyük bir enkaz altında kalacak olan yardım gönüllülerini hedef almak politik olmaz mıydı?

Sayın Erdoğan, milletin haysiyetiyle bu küstahça oynamayı bırakın ve ona daha önce verdiğiniz sözleri hatırlayın. Unutmuş olabilirsiniz, biz hatırlatalım. 31 Mart’ta bu kamuoyuna ‘1 yıl içinde 319 bini olmak üzere toplam 650 bin yeni konut yapıp depremzede vatandaşlarımıza teslim edeceğiz’ diyen siz değil miydiniz? Peki Hatay’da ne dediniz? 40 bin konutun inşaatından bahsettiniz. Bırakın 650 bini, 40 bin konutun daha inşaatının devam ettiğini ve 5’inde tamamlanacağını siz de itiraf ettiniz. Bir yılda 40 bin konutu bile tamamlayamayan siz de çıktınız ve verdiniz. Yıl sonuna kadar 200 bin konut müjdesi var. Yüzün hiç kızarmadı. Peki, bir yıl önce o insanlara ve tüm bölge halkına yüksek sesle bağırırken, bugün bulunduğunuz noktadan utanmıyor musunuz? Elbette kafanız seçimlerde olduğu için halkı umursamıyorsunuz bile. Yıl sonunun yıllar sürdüğünü söylüyorsunuz, kimin umurunda? 2019’da vaat edilen ve 1 yılda tamamlanacak konutlar kimin umurunda?

“SAĞLIK SORUNLARINI KONUŞMUYORUZ BİLE”

Bakın Hatay’da 40 bin binanın daha yıkılması gerekiyor. Yıkım sırasında ortaya çıkan inşaat artıkları ve insan sağlığına zararlı asbest içeren kimyasallar ve tozlar nedeniyle bölge ciddi tehlikeyle karşı karşıyadır. Türk Tabipleri Birliği (TTB) ve Hatay Tabip Odası gibi STK’lar ölçümlerini kamuoyuyla paylaştı. Hatay Tabip Odası’na göre kirli hava ve zehirli kimyasallar nedeniyle göğüs hastalıklarında belirgin bir artış var. Yıkılan binalardan çıkan atıklar kontrolsüz bir şekilde aşırı belirlenmiş moloz depolama alanlarına atılıyor. Sadece Hatay’dan gelen enkaz 2 milyon metreküpü aştı. Çöplüklerin çevresinde verimli tarlalar ve hayvancılık varlığını sürdürüyor ve insanlar buralarda yaşıyor. Toprağa karışan asbest ve benzeri kanserojen elementlerin yanı sıra bu elementler deniz ve içme suyu kaynaklarını da kirletmektedir. O kadar büyük sorunlarımız var ki, geleceğimizi tehdit eden bu sağlık sorunlarını maalesef konuşamıyoruz bile.

“KONTEYNER VE ÇADIR BULAMAYAN MAĞDUR VATANDAŞLARIMIZIN SAYISI OLDUKÇA ÇOK ÇOK”

‘Bize bir yıl verin’ diyenlerin sözünü tutmaması sorun, yerel halk ise toplu konutların kime, ne şekilde dağıtılacağı bambaşka bir sorun olarak görüyor. Konteyner ve çadır bulamayan mağdur vatandaşlarımızın sayısı oldukça fazla. Konteyner kentlerin altyapıları kış şartlarına, internet ve elektrik sorunlarına hazırlıksız. Çocukların eğitime erişimindeki sorunlar çözümsüz kalıyor. Ağır hasarlı binaların hafriyat sorunları, yıkımın yavaş ilerlemesi, ağır hasarlı birçok binanın hala yıkılmamış olması, yerinde bozunma sorununun içme suyuna karışması nedeniyle ortaya çıkan zararlı maddeler; Bu konuların valiliklerce yakından takip edilmediğini gözlemleyerek; Çöp depolama alanlarında ayrıştırma yapılmasının sağlanması da yöre halkının şikâyetleri arasında yer alıyor.

Artık devlet, sivil toplum kuruluşları, özel sektör ve uzmanların iş birliğiyle kentsel dönüşüm devrimi ve imar reformunu hayata geçirmenin zamanı geldi. Bu içerikte; İmar affı, imar barışı gibi mühendislik hizmeti almamış, sağlıksız ve güvensiz yapı stokunu bilimsel temellere dayanmayan yasal hale getiren düzenlemelere son verilmelidir. Depremin çökmesi beklenmeden, mevcut yapı stoğunun depreme dayanıklılık muayenesi, mülk sahiplerinin inisiyatifine bırakılmadan hızlı bir şekilde yapılmalı; ahşap olmadan öğrenilen ve uygulanan derslere göre yapı kontrol mevzuatı güncellenmeli; İmar planlarının gerekli standardizasyonu sağlamasına dikkat edilmelidir. Cezasızlık ortamının sona ermesi gerekiyor. Etkin soruşturmalar yapılmalı, cezalar artırılmalı, bu konu af kanunlarına konu edilmemelidir.

“KONUNUN EN KISA ZAMANDA MECLİS GÜNDEMİNDE HAK ETTİĞİ YERİ ALMASI GEREKİR.”

İstanbul’a dair endişelerimizi ve uyarılarımızı da paylaşmak isterim. Yaşadığımız bunca acı ve deneyimden sonra, ülke nüfusunun neredeyse dörtte birine ev sahipliği yapan İstanbul ilimizde hem depreme hazırlanmanın hem de bütünsel bir kentsel dönüşüm gerçekleştirmenin aciliyetinin olduğu aşikardır. önemli yapı stokunun olduğu ve 7,5 büyüklüğünde depremin beklendiği yer. Bu nedenle özel kanunun vakit geçirilmeden hazırlanması elzemdir. İstanbul’daki 1 milyon 200 bine yakın binanın çoğunun deprem riskinin yüksek olduğunu hatırlatmakta fayda var. Uzmanların hazırladığı 7,5 büyüklüğündeki olası deprem senaryosuna göre 100 binadan 23’ü hasar görecek, 25 milyon ton enkaz oluşacak, yolların üçte biri kapanacak; Yaklaşık 200 bin orta ve üzeri hasar, 50 bin civarında binanın ciddi veya çok ağır hasara uğraması, binlerce can kaybı, 463 içme suyu noktası, 1045 atık su noktası ve 355 doğalgaz noktasının zarar görmesi, 17 Kıyı şeridindeki ilçeler zarar görebilir. Tsunami riski taşıdığı vurgulanıyor. İktidar bu çok boyutlu sorunda bazen belediyeleri bazen de halkı suçlayarak ulaşılacak bir nokta olmadığını anlamış olmalı. Sorunun asıl sorumlusu ve süreci hızlandırması, herkesin işini kolaylaştırması gereken tek adres merkezi yönetim, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı yani siyasi iradedir. Hem ülke olarak hem de İstanbul özelinde kamu ve özel sektör kurumları, STK’lar ve vatandaşların dahil olduğu bir seferberliğe ihtiyaç olduğunu söylemeye gerek yok. Felaket kapımızı çalmadan önce, el yordamıyla ve salyangozun ilerlemesinden vazgeçilip, gerekli tedbirlerin ve seferberliğin hızlandırılması elzemdir. “Bahsin bir an önce Meclis gündeminde hak ettiği yeri alması gerekiyor.”

marmaraereglisihaber.com.tr

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu